24 Temmuz 2009 Cuma

En az 2 durumu :)

Evlilik dediğin bir fazla!


18 Temmuz 2009 Cumartesi günü saat 20:00- 20:30 sularında sevgili sevgilim Erdem ile evlendik.

Bugün evliliğimizin 6.günü. Hayatımızda hiçbirşey değişmedi. Demek ki evlilik dediğin ne bir fazla ne bir eksik.

Olur mu! Evlilik dediğin bir fazla! Artık iki tane soyadım var, Sönmez Vardar. Şimdilik ilginç bir durum. Hala imzam 'S' harfi ile bitiyor. Sonuna 'V' eklemeye de pek bir niyetim yok açıkçası :)

Teknede önce nikah ardından düğün yaptık. Hiç oturmadım gece boyunca. Sürekli dans ettim. Çok eğlendim çok. İlk bir saat feci bir dalga vardı, nikah memuru bir sağa bir sola dalgalana dalgalana kıydı nikahı. Sonra yine dalgalana dalgalana herkesle öpüştük. Bir tomar para yağdırdığımız makyajımız eşin dostun yanağında kaldı haliyle, bendeyse doğal bir pembelik! :)

Roman amcalar gece boyu çaldılar, yemekler yendi, rakı bardakları şerefimize kaldırıldı, şarkılar söylendi... Sülalece pek bir eğlendik. Annem tüm bu yaşanan mutlu tablonun üzerine ' İyi ki düğün istemiyordun kızım, bir de isteseydin seni nasıl zaptederdik bilmem' diye bir yorum yaptı. Ayakkabılarımı hızımı engelliyorlar diye bir süre sonra çıkarıp attım, roman amcalar bu sahneye ' Maşallah gelin hanım maşallah' yorumuyla eşlik ettiler! :)

18 Temmuz'u evli bir kadın olarak bitirdim, 19'unu ve bugüne kadar gelenleri de evli bir kadın olarak yaşadım. Benim olan şeylere, bir soyad bir de evlilik cüzdanı eklendi.

Cümleten hayırlı olsun.

Not: Fotoğraflar dostumuz Emir tarafından işlenince hemen paylaşıma açılacaklar. Eşe dosta duyurulur :)

5 Temmuz 2009 Pazar

ben bu kez gidiyorum

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,
Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey…
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Her şeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınmıyor.
Böyle gidiyoruz işte.
Bir yanımız “kalk gidelim”,
öbür yanımız “otur” diyor.
“Otur” diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira…
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,
Güvende olma duygusu…
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık,
Monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz…
Kuş olup uçmak isterken, ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler…
Bir çocuk daha doğurmalar…
Borçlara girmeler…
İşi büyütmeler…
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal ben…
Kapıdaki Rex’i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında,
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
Evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin,
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım,
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar, ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek…
Bütçe, zaman, keyif… Denk olsa.
Gün içinde mesela…
Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 9, akşam 18
Sonra başka mecburiyetler
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli
Bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı, bir ömür yani.
Ne saçma…
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam ama
Her bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç,
Ama olsun… İstemek de güzel.

CAN YÜCEL

insan...

yaşamının her anında mücadele eder mi?

eder...

'herşey hayatı daha anlamlı kılabilmek için' demişti.

Bugün çok daha anlamlı...

çığlık

kimi
zaman
sesli,
kimi
zaman
sessiz
çığlıklar
atıyorum
bu
aralar
...