30 Ekim 2009 Cuma

Dalından zeytin toplamak


Biz dün, dalından zeytin topladık. Ağaçtan yani, hem de kendi evimizin bahçesindeki ağaçtan :)

Çok güzeldi, şimdi sıra zeytinlerimizi hazırlamada :)

28 Ekim 2009 Çarşamba

Domuz gribi değilmiş

Manisa'da hayatını kaybeden üniversite öğrencisi gencin H1N1 testi negatif çıkmış, domuz gribinden ölmemiş yani.

Neden öldüğünü bilmiyoruz.

Büyüklerimizden iyilik gelir, korkmayın öpüşün pardon öpün

Sağlık bakanı açıklama yapıyor, memleketteki tüm gripler domuz gribi diye.

Öncesinde YÖK başkanı burnunu çekerek 'panik yaratmaya gerek yok, üniversite öğrencileri kendini koruyabilir, sakin olun' diyor. 'Benimki basit bir soğuk algınlığı, bünye yoğun tempodan yorgun düştü. '

İstanbul Büyükşehir Belediyesi her gece tüm toplu taşıma araçlarını ilaçlıyor.

Diyanet işleri Başkanı 'Korkmayın, bayramda büyüklerinizin elini öpün, dualarını alın, büyüklerinizden size hep iyilik gelir' diyor.

Panik yapmaya gerek yok, büyütülecek bir durum da yok, dün bir bugün de ikinci yurttaşımız öldü domuz gribinden, üstelik ikincisi (kendini koruyabilen) bir üniversite öğrencisi.

Biz büyüklerimizle öpüşmeye, pardon ellerini öpmeye devam edelim, iyilik gelsin, domuz gribi değil. İyilikleri toplar, domuz gribine aşı olarak kullanırız.

Panik yapmaya gerek yok.


25 Ekim 2009 Pazar

Flamingolara yolculuk


Bu sabah erkenden, saat 06:00'da kalkıp, Sarımsaklı yolundaki tuz havuzlarında yaşayan flamingoları görmeye gittik.

07:00'de kalkmayı planlamıştık ama dün saatler 1 saat geri alınınca 06:00'da kalktık ve flamingolar saatlerini geri almazlar diyerek düştük yola :)

Havuzlardan iç tarafta olanda duruyorlardı, yaklaşabilmek için mıcır dolu patikaya girdik.

Bu arada fotoğraf da çekeriz diye objektifleri, tripotu ve makineyi yüklenmiş gider haldeydik. Tüm bunları ben taşıyorum tabi ki. İlk durakta makinede pil olmadığını farkedip, hayal kırıklığımızı yaşayınca onu motorun içine koymaya karar verdik. Bunun, ne kadar doğru bir karar olduğunu az sonra anlayacaktık. Erdem'le aramızda tripotu tutarak motorla flamingolara doğru ilerliyorduk :) Kiiii, yoldaki mıcırlarda kayıp düştük!!! :) Benim daha önceden bir deneyimim var düşmeye dair, Erdem'inse bu ilk oldu. Birlikte düşüş anlamında benim için de ilk. Erdem'in bacağı incindi biraz, bense küçüklüğümden faydalanıp atıverdim önce tripotu sonra kendimi. Biraz onu dinlendirdikten sonra, flamingolara doğru yürüdük ve enfes bir gözlem yaşadık :) O kadar güzeldiler ki. Pembe gövdeleri, sudan hiç çıkarmadıkları upuzuuun gagaları ile... Her sayımda farklı bir rakama ulaştık, son kararımız 30 adet flamingo olduğu. Ben ilk kez bu kadar yakından gördüğüm için kendimi çok şanslı hissediyorum :)

Arada nasıl düştük geyikleri yaparak, zeytin ağaçlarının altında yanımızda getirdiğimiz ekmek ve balımızdan birer parça yedik. O esnada köpeği ile yanımızdan geçen amca ile selamlaştık.

Sonra motora atladık. Yine benim önümde tripot, tın tın gidiyorduk kiiii, köpek havlamaları geldi. Sonra iki köpek bize doğru koşmaya başladı, biri bağlıymış meğer, diğeri de amca ile gelen köpek. Erdem o esnada panikledi ve benim yavaş diye bağırmalarıma rağmen direksiyonu bir sağa bir sola kırınca biz hoooop bir daha düştük! Bu kez ilki kadar şanslı değildik, ikimizin de ayağı motorun altında kalmıştı. Erdem 'bu kez gitti ayağım' diye bağırırken, ben de kendi ayağımı kurtarıp ona yardım etmeye çalışıyordum Neyse, başardım ve onun ayağına baktım. Sıyrıklarla dolu idi. O esnada selamlaştığımız amca geldi, korkmuş, iyi olduğumuzu anlayınca köpeğinin hiç birşey yapmayacağını, motordan korktuğu için havladığını söyledi. O da üzülmüştü düşmemize. Sonra toparlanıp onunla vedalaştık...

Yine atladık motora, bu kez hastaneye... Erdem'in bileği acıyordu ve riske atmak istemedik. Acildeki dr birine çarpmadığımızdan emin olamadi ve bisiklet düşmesi olarak kaydetti bizi :) İkimizin de üstü başı toz içindeydi, pantolonlarımız yırtılmıştı ama bu onu iyice korkuttu sanırım. Ayak bileği ve diz kapağının röntgenini çektirdik, kırık, çıkık, çatlak yok dedi. Sonra evimize geldik ve gülüşe gülüşe kahvaltımızı yaptık :))

Böylece, flamingoları görmek için yola çıkmış, hastanede mola vermiş ve ardından güzel bir kahvaltı ile güne başlamış olduk :))

Evde dinlendikten sonra, kitabımızı sandalyelerimizi alıp plaja gittik. Erdem denize girdi. Düşünebiliyor musunuz, 25 ekim ve denize girebiliyoruz! :))

Güneşin altında sıcacık olduktan sonra, toparlanıp evimize geldik. Sonra doğru pazara :) Meyvemizi, sebzemizi de alıp eve dönüp karnımızı doyurduk.

Akşamüstü balkabağı, kar tanesi, çam ağacı, kalp ve kardan adam şekillerinde kekler yaptım, az önce çay eşliğinde yedik.

Bugün bir kez daha Ayvalık'a taşınma karaımızın ne kadar doğru bir karar olduğunu birbirimize söyleyip, mutlu olduk :)

Darısı büyük şehirden yorulmuşların başına!

Hatırlatın kendinize, aslında bir gün sandığımızdan çok daha uzun.




20 Ekim 2009 Salı

Gitmek




istiyorum bir yerlere...

Ama daha önce hiç gitmediğim bir yer olsun, bir de sevdiğim olsun yanımda.

Hakikaten, şu anda, şurda duran çantaya iki tişört bir pantolon tıkıp gidivermek istiyorum.

Gidivermek.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Özge & Erdem bebekler


Bunlar Özge & Erdem bebekler.

Dünya tatlısı bir insan yapıyor bu bebekleri, ismi Dilek, Dilek Süzen Uçar. www.seninbebeklerin.com ve www.seninbebeklerin.blogspot.com adreslerinden yaptığı tüm bebeklere bakabilirsiniz.

Sevdikleriniz için bugüne kadar kimseden almadıkları, harika bir hediye! :)

Buradan bir kez daha teşekkür etmek istiyorum kendisine, kısacık zamanda beni kırmayıp bebeklerimizi hazırladığı için :)


.

Çok üşüdüm...

Uyudum... Uyandım... Git(miş)tin...

Gitmeni biz istedik, sanırım daha çok ben...

Seni görmek istedim, olmaz dediler. Bir daha eskisi gibi olamayacağımdan korktukları için. Birşey diyemedim.

Üzgünüm, gerçekten üzgünüm...


12 Ekim 2009 Pazartesi

Stresimi kaybettim, hükümsüzdür.


Bugün doktorlara gittim.

Önce fizik tedavi. sırtım, kolum ve göğsümdeki ağrılarım için. Neyi stres yapıyorsun bu kadar? diye sordu, 'iyiyim' dedim. Bir stresim yok. 6 ay kullanacaksın bu kez, kafana göre bırakma, kas yapışmaların yayılmış, artık iğne de yapamam dedi. Kabul ettim, tamam dedim.

Sonra diş doktoruna gittim, diş etlerim kanıyor. Enfeksiyon kaptın mı yakın zamanda? diye sordu, hayır dedim. Yoğun bir stres ve sıkıntı içinde misin peki, diye sordu. Değilim, dedim. Farkında olduğum bir stresim yok ama sanırım olmadığım bir stresim var, dedim. Bundan böyle, neyi stres yaptığımı düşünerek streslenicem. Temizledi, yarın da küretasyon yapacakmış, ne demek bilmiyorum. Yarın dişime ne yapacağını bilmiyorum.

Sıcak su torbası sırtımda yatıyorum.

Stresimi arıyorum..

11 Ekim 2009 Pazar

Bir kitap biter... mi?...

bu sabah kötü bir rüya ile 06:28'de uyanıp, uyku tutmayınca aldım elime kitabımı, bitene kadar okudum. Bitti.

Kitabımı kaybetmiş (baya kaybettim kitabımı) ve birkaç ay sonra bulmuştum :) O yüzden uzuuuuun bir ara vererek okuyabildim. Belki de gerekliydi bu ara.

İçim sızladı... Hep içim sızladı bu kitabı okurken. Yüzüm gülerken bile keder hissettim. Aklıma gelen, ileriki sayfalarda önüme geldi. Alt üst olma durumu ile bitti kitabım. Önce alt sonra üst olduğumda sorun yok ama altta kalıyorsam sonunda zor oluyor. Şöyle derin derin bir off çekmek geliyor içimden.

Hayat(ım)...

Hastalık hastası olma durumu(m)

Eski dostlara (hala da dosttur kendileri) sorsak yüksek ihtimal ve muhtemel beni soğukkanlı bir insan olarak anlatacaklardır. Öyleydim de vakti zamanında...

Hayatımda ne oldu ne bitti de bu özelliğimi neredeyse bütünüyle kaybettim bilmiyorum. Belki başka birşeyin / birinin / birilerinin kaybı kaybetmeme neden oldu. neyse o, bilmiyorum. Düşünmek de istemiyorum.

Tek bildiğim ben artık soğukkanlı bir insan değilim. Oldukça panik, korkak, birşeyden bin şey çıkaran, ya öyleyse ya böyleyse ihtimalleri ile kendini yiyen, oram ağrıdı hemen internetten bakayım neden olurmuş araştırmalarına ciddi vakitler ayıran bir kadın haline geldim.

Sırtımın sağ tarafı, sağ kolum, sağ koltuk altım ve sağ göğsümün sağ yanı ağrıyordu haziran ayında. Gittim doktora, psikolojik dedi, antidepresan verdi. Kas ve sinir yapışması olmuş. Bendeki de ne psikoloji ama! kası ve siniri yapıştırmışım birbirine! Bir ay kullandıktan sonra, mutlu mesut devam ettim hayatıma, ağrım falan da kalmadı. 20 gün kadar önce tekrar başladı. Yarın yine doktora gidiyorum, korkuyorum da, neden korktuğumu da bilmiyorum. Bir de diş etlerim kanıyor. Hazır hastaneye gitmişken, dişçiye de gideyim diyorum. Ondan da ayrı korkuyorum. Nedense tedavisi olmayan bir hastalığım çıkacakmış da, ölecekmişim gibi korkuyorum. Hayır olsun diyorum. Haplara devam etmeliyim belki de...

Böyle işte, sürekli kendimi dinleyip, oramda şöyle birşey var, neden acaba? buramdaki şunun sebebi ne olabilir? diye diye geçiyor vaktim bir süredir.

Sevmiyorum bu halimi.

Hastalık hastası oldum, bir trajik sabah programları eksik hayatımda, onları da izlesem tam olacak.