29 Aralık 2010 Çarşamba

Mutlu Yıllaaaar! / Merry Christmaaaas!



Harika bir sıcak şarap eşliğinde, çok güzel yeni yıl kurabiyeleri yedim dün gece :))

Arkadaşım Tara'ya buradan teşekkür etmek istiyorum :)

Yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl herkeseee kutluuu olsun, yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl  herkeseee mutluuu olsun! :)

13 Aralık 2010 Pazartesi

Tüm bu olup bitenler

Bugünlerde hep kötü şeyler oluyor.

Tarihi kentler sular altında kalıyor, dengesiz iklim olayları küresel ısınmayı kabul etmeyenleri bile ağzı açık bırakıyor, gençler ölesiye dayak yiyor, genç kadınların karnındaki bebekler tekmeyle öldürülüyor, bunca şiddet yetmezmiş gibi herkes yasal olarak 4 silaha sahip olup 2sini üzerinde taşıyabiliyor.

Bir arkadaşımın profil fotoğrafına bakamıyorum, içim almıyor. Şeffaf bir hamile kadın karnı, rahmin içinde bebeği ve karnının hemen dibinde birazdan onu öldürecek olan tekme ...

Kafamı toprağın altına gömesim var ama korkuyorum. Ya orada daha kötü şeyler oluyorsa diye...




27 Kasım 2010 Cumartesi

Mantarlar

Geçtiğimiz pazar Kaz Dağlarına yürüyüş yapmaya gittik. Arkadaşımızın tavsiye ettiği bir mesire yerini görmek de vardı planda.

Zar zor bulduk gideceğimiz yeri. Uzuuunca bir dağ yolunu aştıktan sonra dümdüz bir yaylaya geldik. 2 senede bitirilen, neredeyse her şeyi doğaya uyumlu yapılmış bir tesis bizi karşıladı. Diliyorum ki, bu tesisle ilgili  yakın zamanda bir yazı yazacağım.

Sıcak çaylarımızı yudumladıktan sonra bir küçük bir de büyük şelaleyi görmek için aldığımız tarifle yürüyüşe başladık.

Şelaleleri bulamadık, belli ki ters bir yere sapmışız fakat pek de bozulmadık çünkü bir kez daha gelmek için nedenimiz olmuştu.

Paylaşmak istediğim şey başlıktan da anlaşılacağı üzere gördüğümüz mantarlar. Harika görünüşlü mantarlar yol boyunca bize eşlik ettiler. Her yeni mantar gördüğümüzde 'aaa bu çok güzel' diye birbirimize seslenirken, bir sonrakinin daha güzel çıkması yürüyüşün en keyifli yanıydı bence. Güzel mantar zehirli olur bilgisine sahip olduğumuzdan hepsini ait oldukları yere bıraktık tabi öylece :)

İşte onlardan bize kalan birkaç fotoğraf,








13 Kasım 2010 Cumartesi

An

KPSS'ye denk gelmişti Trabzon'daki eğitimin ikinci günü. KTÜ kampüsünde de sınav gerçekleşti tabi.

İşte kampüsten bir kare...

KTÜ Öğrenci Kolektifi


Trabzon ve çevresi

Yazıdan çok fotoğraf olacak belli ki bu kez. Az önce yazıya koyacağım fotoğrafları seçerken duramadığımı görünce, bıraktım kendimi, bu sefer de bol görselli bir yazı olsun dedim :)

Trabzon seyahatimiz talihsizliklerle başladı. Otobüs boş diye rezervasyon yapmayan Truva Seyahat, yer olmadığı için beni muavin koltuğuna, Erdem'i de şoförle benim arama mindere oturttu. Uçağımızı yakalamamız için tek şansımız bu otobüs olduğundan gıkımızı çıkarmadan oturduk bize gösterilen yerlere. Yağmurlu bir yoldan sonra İzmir'e vardık ve havaalanına giden otobüsü 3-4 dk ile kaçırdık. Mecburen taksi kullandık, yoksa uçak kaçacaktı. Havaalanına geldiğimizde ise uçağımızın 40 dk rötar yaptığını öğrendik :)


Trabzon'da, üniversite kampüsünün içinde Koru isimli bir tesiste kaldık.Yaprak döken ağaçlardan oluşmuş bir korunun içinde güne başlamak harikaydı. Ben ilk kez Doğu Karadeniz'e gittiğimden, oradaki doğa karşısında hep ağzım açık gezdim. 


Eğitimin ikinci günü saatlerin bir saat geri alındığından habersiz olduğumuzdan erkenden hazırlandık, kahvaltıda şans eseri durumu öğrendik ve bu bir saatimizi kampüste kuş gözlemleyerek geçirdik. :)




Planladığımız herşeyi gerçekleştirdik. Uzungöl'e gittik :) Defalarca yağmurun altında ıslanıp, kuruduk. Muhteşem manzaraların yanı sıra çok güzel kuşlar da gördük. Derekuşu ile artı bir kertiğim daha oldu :) O kadar çoktular ki, sanki her gün dere kuşu görüyormuşuz gibi bir süre sonra bakmamaya başladık!



Bulutlara çok yakındık...      

Trabzon'da kaldığımız süre boyunca yedim! Pideler, kuymaklar, mıhlamalar, karalahana çorbaları... :) Hem yedim hem de fotoğraflarını çektim :) (Fotoğraftaki el Erdem'e ait :) )


Sümela'dansa Ayder Yaylasına gitmeye karar vermiştik fakat Ayder'e tur olmadığından, toplu taşıma da gitmediğinden yine tıpış tıpış Sümela'ya gittik. Şanslıydık çünkü tepeye kadar çıkaran turlarla gitmiştik. Biz metro seyahat biletimizle Ulusoy'la gittik :) İki firma tek araç kaldırdı. Tasedüf o ki, Sümela'da bizim eğitimin katılımcılarıyla karşılaştık. Planlasak bu kadar denk getiremezdik :) İşte Sümela'dan birkaç kare...




Dağların arasında çıkıverince tüm heybetiyle Sümela Manastırı, heyecanlanıyor insan...


Ben en çok girişindeki bu uzuuun ve dik merdivenden etkilendim sanırım. Ya da en çok onu sevdim.

Görevlilerden biri, manastırdaki küçük çatılardan birine oturmuş, dağa karşı kitap okuyordu. Çok istedim fotoğrafını çekmeyi, ama utandım yine. Sonra, vakti zamanında Alman amcanın dediği geldi aklıma, 'en güzel fotoğraflarımız anılarımızdır' Ben de o anı anılarımda saklamaya karar verdim. Sizi de bunlarla yetinmek durumunda bıraktım tabi...                                                                    


Manastırın içinde,  daha önce sadece bir kez gördüğüm ve görebilmek için 6 buçuk saat yürüdüğüm duvar tırmaşık kuşunu gördüm :) Gördük :) Güzel bir sürpriz oldu hepimiz için.



Şelale'den gelen su...    

Yeşil, beyaz ve mavi...


 İç bölüm, Sümela Manastırı
                                                              

Taş Köprü - Uzungöl

.

Karadeniz'i yazıp, çaydan bahsetmemek olmazdı. İşte seyahatimizin vazgeçilmezi, içimizi ısıtan, yağmur eşliğinde her fırsatta içtiğimiz çay...


Trabzon

27 Ekim 2010 Çarşamba

Ve sonunda Doğu Karadeniz!


Memleketin dört bir yanını gezdim. Her bölgenin doğusundan, batısından, kuzeyinden ve güneyinden birkaç şehir/kasaba/köy görmüşlüğüm ve bu yerlerde kalmışlığım var. Bir Doğu Karadeniz kalmıştı, yıllardır da yolum bir türlü düşmemişti. Ama şimdi Trabzon'a doğru yönümü çevirmek üzereyim ve içimde güzel bir kıpırtı var :)

4,5 gün kalacağız Trabzon'da, yine eğitime gidiyorum fakat kendimize ait bir pazartesi günümüz olacak  :) Sümela Manastırı ve Uzungöl'ü görmeyi planlıyoruz. Ne kadarı mümkün olursa artık!

Bir de ben çılgınlar gibi 'kuymak' yemeyi hayal ediyorum. Herkesin bu kadar övdüğü, ağzının suyu akarak anlattığı meşhur kuymağı artık yememin zamanı geldi :) Bir de Karadeniz pidesi var, kapalı bir pide. İlknur'la yemiştik Sarıyer'de, Karadenizlilerin bir lokantasında. Tadı damağımda kalmıştı, şimdi yerinde yiyeceğim :) Kilo almamak için elimden geleni yaparım, belki! ;)

En sevdiğim renk olan yeşilin kaç ayrı tonunu göreceğimi ve koyu mavi, deli dalgaları düşünüyorum.

Uzun zaman sonra,bir yere ilk kez gidiyor olmanın heyecanı var içimde! Uçak yolculuğu beni tedirgin etse de, şu anda şakır şakır yağmur ile birlikte şimşekler çakıyor olsa da, hava durumu yarını da böyle gösterse de, gitmişken Artvin'i, Kars'ı göremeyecek olsam da mutlu bir heyecanım var!

Dönüşte bol fotoğraf ve anı ile görüşmek üzere!


24 Ekim 2010 Pazar

Kumul


Nasıl oluyor da insan başka bir canlıyı bu kadar düşünüp, onun için bu kadar kaygılanıp, onu bu kadar sevebiliyor bilemiyorum.

Ama şu yukarıda gördüğünüz tüylü şey, benim hayatımın ortasında bir yere oturdu, kaldı. Hayvan dostu olanlar bilir, anlar...

Ailemiz 3 kişilik... Oldukça çekirdek. Alışageldiğim gibi...

Benim, ikinci çocuğu da yapasım var, gelin görün ki babamız hiç sıcak bakmıyor bu duruma. Bir tanesi yetermiş miş miş :)


Ay Dolunay


Ay dolunay dalgın gecede
Ay büyüyor tam yüreğimde
Suskunum ben söyleyemem
Ay ben ay neden

Ay dolunay sessiz gecede
Ay bir anda düş yüreğime
Yanayım ben söz büyürken
Ay ben ay sana

Bırak ateşte
Sözler çoğalsın
Ateşten sözler
Yaksın dolunayda

Ateşten sözler
Ayaklanırsa
Akıntıya karşı
Koşar mı dolunayda

Ateş dilinde

22 Ekim 2010 Cuma

Kabuk Adam


Yine geç kalan bir yazı. Her ne sebepten olduğu önemli değil...

Bu yazı içerisinde tek geç kalan 'Kabuk Adam' isimli yazının kendisi olmayacak. Kitabın kendisi de geç kaldı hayatıma. Yazarı da geç kalmıştı, Aslı Erdoğan.

Sevgili arkadaşım M.Seda'nın birbirinden güzel ayraçlar (elleriyle yaptığı) ve mektubuyla (bu devirde mektup almak ne güzel!) birlikte gelen hediyesidir 'Kabuk Adam'.

Hap yutar gibi bir çırpıda içine dalıp, okuyuverdiğiniz ve son sayfalarına gelirken bitmesin diye can çekişip, daha sakin, daha sessiz ne bileyim kitabın ruhuna daha yakışır bir yerde ve şekilde bitireyim diye elinizde sımsıkı tutup beklettiğiniz kitaplar vardır ya, onlardan biri işte 'Kabuk Adam'

Bittikten sonra, bende yeni birini başlattı. Biraz kopuk ama biraz 'daha' özgür. Bu kitabı bir kadının okuması başka bir şey diye düşünüyorum.Özge'nin 26 yaşında,Ayvalık'ta okumasının da başka bir şey olduğunu düşünmem gibi.

Bir iki bölümü paylaşıp, öyle bitirmeyi tercih ederdim bu yazıyı fakat soğuk beni yine yendi.  Saat 03:08'de kitaplığa gidip, kitabı almak yatağın içinde kalmaktan daha çekici gelmedi. Belki yarın,bu yazıya bir ekleme yaparım. Belki de yapmam. Her kitabı arkasını okuyup mu alıyorsunuz? Öyleyse çok şey kaçırdığınızı söyleyebilirim.

İyi geceler...


17 Ekim 2010 Pazar

Doğa ve Çocuk Hareketi


“Doğadaki çocuk, 

soyu tehlike altında olan bir türdür ve çocukların sağlığı ile Yeryüzü’nün sağlığı birbirine sıkı sıkıya bağlıdır.” 

Richard Louv



30 Eylül 2010 Perşembe

Memlekette internet sansürü var ve internet sansürü yok

Memlekette internet sansürü var çünkü,


Az önce gelen bir haberle Youtube'dan sonra Vimeo'ya da girişimizin engellendiğini öğrendik.


Güle güle giremeyelim...


Dünya sosyal medya ile gündemini oluştururken, biz hala yasaklarla karşılaşıyoruz.


bknz: http://www.ntvmsnbc.com/id/25136307/




Memlekette internet sansürü yok çünkü,


Cumhurbaşkanımız öyle diyor. 

Cumhurbaşkanı Gül; Türkiye'de internet sansürü olmadığını, bazı internet sitelerine erişememe konusunun vergi kanunlarının yetersizliğinden kaynaklandığını söyledi


E kanun dediğin de gökten zembille indiğine göre...

Hem koskoca cumhurbaşkanı yalan mı söyleyecek?


O yüzden benim yaşadığım topraklarda internet sansürü denilen şey pratikte var sözde yok.

 

28 Eylül 2010 Salı

Git



Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!

Git de şen şakrak geçen günlerime gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.

Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar

Madem ki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.

Hadi git, benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.

Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.

Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;
Oysa ki hep yedekte, hep elde var saymıştın.

Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
Zannetme ki pişmanlık, mutluluk kadar ırak!

Sanma ki fasl-ı bahar geldiği gibi gitmez,
Sanma ki hüsranını görmeye ömrün yetmez.

Her darbene tehammül edecektir bedenim,
Gururum mani olur perişanıma benim.

Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.

Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!

Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!

Madem aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.

Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!

Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!

Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm,
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.

Korkulu düşlerimi yorumdan kaçıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum.

Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!

C.S.

26 Eylül 2010 Pazar

AŞK

Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. 
Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. 
Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin 
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık 
Sevgideydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı 
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü 
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti 
Yoktu dünlerde evelsi günlerdeki yoksulluğumuz 
Sanki hiç olmamıştı
Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, 

güzel laflı İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların
                                                            dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karaköy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
 
Sonrası iyilik güzellik.


C.S.

Bu sabah

Çok fena Cemal Süreya'm geldi. Vakti demek ki...

En sevdiğim resmi yakışır buraya...


21 Eylül 2010 Salı

ALLIANOI, Arkeolojinin Çernobil'i Olmasın


http://yuvadernegi.blogspot.com/2010/09/allianoi-arkeolojinin-cernobili-olmasn_21.html




18 Eylül Cumartesi günü Yuva Derneği antik kent Allianoi’deydi.

Allianoi, eşsiz bir tarihi miras. 2000 yıllık bir geçmişe sahip olan ve bunca yıldır ayakta durmayı başarmış olan bu kent, bugün Yortanlı Barajı’nın yapımı için yok edilmeye çalışılıyor. Hem de Danıştay’ın Allianoi’nin kurtuluşu anlamına gelen kararına rağmen.

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun ‘yok öyle bir yer’ dediği bu tarihi ve kültürel mirası sular altında kalmaktan kurtarmak adına, 1998 yılından beri çalışmalar yapılıyor. Yıkım çalışmalarının başlaması ile günlerdir Arkeolog Dç. Dr. Ahmet Yaraş ve öğrencileri, Doğa Derneği ve  Ege Çevre Platformu (Egeçep) gibi sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri Allianoi’de nöbet tutuyorlar.

Allianoi’nin kazı çalışmalarını yürüten Ahmet Yaraş, bugünkü durumu ’21.yüzyılın tarih ve insanlık katliamı’ olarak nitelendiriyor. Kalıntıların üzerini kiremit tozu ve harç karışımı ile kaplıyorlar. Yavaş yavaş da kum dökmeye başlayacaklar ve Allianoi gözlerimizin önünde yok olacak.

Dün, Doğa Derneği eylemcileri göz altına alındılar. İnşaat alanına giriş kapıları daha da geriye alındı, cumartesi girilebilen bölgeye bugün girilemiyor. Herşey yine kapalı kapılar ardında yürütülüyor.
Allianoi’den çıkartılmış ve Bergama Müzesi'nde sergilenmekte olan ‘Su Perisi’ heykeli ise, her şeyi unutturmak adına, tadilat bahanesi ile başına poşet geçirilmiş halde tutuluyor. Müze yetkilileri, tadilatın ne zaman biteceğinin bilinmediğini söylüyorlar.   

Allianoi gibi antik kentlerin su kenarlarında olması tesadüf değil. Sular altında kalması ise şart değil! Biz tarihimizi suya gömeduralım, yanı başımızdaki komşumuz Bulgaristan Koprinka isimli baraj projesi içerisinde yer alan antik kenti ‘Seuthopolis’i kurtarmak adına para arıyor. Devletimiz ise açıkça ‘bizi arkeolojik değerler durduramayacak’ diyor.

Allianoi’nin emsal olmaması için bugün harekete geçme zamanı. Özellikle İzmir gibi yakın bölgede yaşayanların bu kenti yalnız bırakmamaları gerekiyor. Suça yerinde tanıklık edip, ses çıkarmamız lazım. Her derenin üzerine baraj kurma çabası devam ettikçe, bu katliamlar sürecek. Bugün susarsak, Alianoi’yi emsal olmaktan kurtaramazsak, yarın başka tarihi değerlerimizi de kaybedeceğiz.  

Alliano’deki yasal süreci ve gelişmeleri takip etmek için lütfen ziyaret ediniz,


Fotoğraflar: Erdem Vardar
                   Özgür Öztürk
                   http://www.ntvmsnbc.com/id/25128280/
                   http://www.ntvmsnbc.com/id/25090171/

14 Eylül 2010 Salı

Yunuslar için Acil Eylem!

http://yuvadernegi.blogspot.com/2010/09/yunuslar-icin-acil-eylem.html


Dün (12 Eylül 2010) Japonya’nın Taiji kasabasındaki kanlı koyda büyük yunus katliamının ilk adımı atıldı: 80 yunus yakalanarak koya hapsedildi. Av durdurulamazsa 1-2 gün içinde korkunç bir şekilde katledilecekler. Ve ardından her gün başka yunuslar öldürülecek, ta ki Nisan ayına, katledilen yunusların sayısı 23 bin olana dek.

Bugün dünyanın dört bir yanından insanlar, ülkelerindeki Japon Büyükelçiliklerine, Konsolosluklara e-posta gönderecek, telefon edecek ve bu katliamın başlamadan bitmesini isteyecek.

Gelin biz de bu büyük eyleme dahil olalım ve sesimizi Japonya’ya duyuralım. Japonya’ya tüm dünyanın gözlerinin üzerinde olduğunu anlatalım. Taiji’de günlerdir nöbet tutan yürekli Sea Shepherd aktivistlerini ve ölümü bekleyen 80 yunusu yalnız bırakmayalım!

Lütfen aşağıdaki maili, aşağıdaki mail adreslerine gönderelim.

***