12 Ekim 2011 Çarşamba

Ayvalık




Giderayak işlerim var bitirilecek,
                                                    giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek,
                                                    giderayak

Nazım Hikmet Ran

13 Eylül 2011 Salı




''Uzun zamandan beridir gerçek hayatın başlamak üzere olduğu izlenimine kapılmıştım. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel, öncelikle erişilmesi gereken bir şey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman, ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat başlayacaktı. Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatımdı.'' Alfred D. Souza


6 Eylül 2011 Salı

Balkon


Rapunzel için sevgilisiyle kavuşmasının tek yolu ve tanığı, ailesiyle yaşayan ve ailesinden sigara içtiğini saklayanların suç ortağı, iki tabure üzerinde de olsa bir fincan kahve eşliğinde edilen uzun sohbetlerin mekanı, ev kedilerinin ve köpeklerinin 'dış' dünyayla ortak alanları, ağlarken ya da ağladıktan sonra biraz olsun ferahlamak için çıkılan yer, bahçeniz yoksa geceleri yıldızları ve ayı size gösteren göz, evdeki çiçek bahçesi, benim içinse beton bir çıkıntıdan çok öte olan 'balkon'...

Geçen ay, dedem ve babaannemle bahçede incir ağacının altında otururken, dedem aslında hücrelerde yaşadığımızı söyledi. Şöyle mutfaklar, böyle banyolar diyerek o apartman daireleriyle sizi hücreye tıkıyorlar farkında değilsiniz dedi. Toprağa deyemiyor eliniz ayağınız diye de çıkıştı.

Bir balkon müptelası olan ben, bu sözleri balkon sevgimin ve ihtiyacımın nedeni olarak aldım kendime. Balkon... Hücreden kafamı çıkarabildiğim tek yer...

Ailemle yaşarken evimiz hep balkonlu idi ve ben daha küçücükken balkonda arkadaşlarımla oturmanın, haftasonları veya iş çıkışları annemle kahve içmenin, yaz akşamları annem ve babamla birlikte uzun çay sohbetleri yapmanın keyfine varmıştım. Üniversiteye gelince ilk yıl yurtta (bence bizim memleketteki en iyi koşullara sahip yurtlardan biriydi) balkonumuzun olmaması bir türlü alışamadığım bir alıştırma oldu. Sonra Burcu'yla 3 yıl yaşadığımız evimizi çok sevmemize rağmen, ' ah bir de küçücük bir balkonumuz olsaydı' derken, bir yudum çay alıp kafamızı pencereden çıkarma esprimiz doğdu ve 3 yıl boyunca dilimizde kaldı. Daha sonra Avrupa yakasından Anadolu'ya taşındım ve Kadıköy'deki içinden mavi dolmuşların geçtiği evimi sadece ve sadece arka balkonundan görülen ıhlamur ağacına vurulup, tuttum! Baştan aşağı siyah demirlerle kapalı olan bu balkon, kim ne derse desin önce benim için daha sonra da birlikte yaşamaya başladığımız Özge'cim için evi çok sevmemizin tek nedeni idi. Balkonu mumlar, rengarenk kurdeleler, güzel bir masayla sandalyeler ve mutfaktan çıkarttığımız dolap ile oldukça keyifli bir hale getirmiştik. Hele ıhlamur çiçekleri açtığı zaman, o balkonun kokusu şehrin tüm gürültüsünü, kirliliğini ve yorgunluğunu alıp götürüyordu :)

Şimdiyse Ayvalık'taki evimizin iki balkonu var. İkisi de çam ağaçlarının üzerinden masmavi Ege denizini görüyor. Ön balkon daha çok vakit geçirdiğimiz, yemeklerimizi yediğimiz, rakımızı, şarabımızı, çayımızı içip sohbetlendiğimiz, çiçeklerimizi yetiştirdiğimiz, arka balkon ise; kahvaltı yaptığımız, çamaşırlarımızı astığımız, nane ve fesleğenlerimizi yetiştirdiğimiz yer.

Balkonları bu evimizde tam keyif mekanları olarak dekore ettik. Hasır koltuklar, uzanıp kitap okumak için şezlonglar, Kumul'un uzanıp şekerleme yapabileceği ya da sokağı seyredebileceği minderler ve kokusuyla bizi mest eden yaseminimiz ve fesleğenlerimiz :)

Annem, babam, kardeşlerim, dostlarım, sevdiğim adam, oğlum Kumul, kısacası tüm ailemle en güzel zamanlarım hep balkonlarda geçiyor. Geyiğin en dibine balkonda vurup, en derin sohbetleri, en ateşli tartışmaları ya da en sessiz ağlaşmaları balkonlarda yaşadık, yaşıyoruz. Ben yaşıyorum.

Evet, ben yaz insanıyım. Baharlarda da mutluyum. Ama kışın, hep kış uykusunda olmayı istiyorum, göz açıp kapayıncaya kadar kış bitsin diye. Kışın balkon da yok zaten.


4 Eylül 2011 Pazar

Bir de yine sevgili çocuk, biliyorsun kişi tutkularıyla yalnızlığını adlandırıyor, o kadar.


C.S.





10 Temmuz 2011 Pazar

Bunca zaman...

Neler yaptım?

Neler yaptım da şuraya iki satır yazmaya elim varmadı diye düşündüm...

Bol bol seyahat ettim yine, az da olsa fotoğraf çektim, yeni kitaplar aldım ve okudum, daha az devrik cümle kuracağıma söz verdim, rüzgar sörfü öğrendim, yüzdüm, bu yaz hiç yanmamayı planlarken şimdiden kapkara oldum...

Ev dediğim yerin benim için sevdiklerimin yanı olduğu gerçeğini öğreneli/fark edeli (hangisi emin değilim) epey zaman oluyor. Yine de burnumun direği özlemden sızlarken bir kaç kez daha evimin neresi olduğunu hatırladım.

Bir vakit bir yazı yazmıştım ben artık gidiyorum diye. Yakında bu yazıdan bir tane daha gelecek, ben yine gidiyorum isimli. Evet, yine bir taşınma, yeni bir ev, yeni bir hayat bizi bekliyor. Bir kaç aya İstanbul'a dönüyoruz ve gariptir ki sanki taşınacak olan biz değilmişiz gibi hissediyoruz. Biraz buruk, biraz heyecanlı, biraz da tedirgin bir gidiş olacak belli ki... Bir de bir gün dönecek olmaya inanmanın verdiği bir sığınma hissi. Geldiğimizden bir fazla dönüyoruz tabi, Kumul da dönüyor bizimle haliyle :)

Taşınmamıza kadar olan zaman aralığına yine bol bol seyahat, bir eğitim ve bir de tatil sıkıştırmayı planlıyorum. Yorucu bir yılın ardından, Kamil Koç'la yollarımızı en azından bir süreliğine ayırmanın zamanı geldi, yeni yerler görmem ve biraz kendime dönmem, yenilenmem için gitmem gerek... Gömlek değiştiriyor olabilirim yani :) Kışın da kış uykusuna yatmayı çok isterdim, örneğin ben her kış ayı olmayı istiyorum! Neyse, konuyu dağıtmayalım.

Yazının başındaki sorunun yanıtı değil de bahanesi tüm bunlar. İstesem yazardım... Kimi yolculuklarda yazmak yerine kendime sesli (ama içimden sesli) anlatmayı seçtim, o da iyi geldi. Söz uçar yazı kalır mı dediniz, evet uçtular ama sorun yok, uçmaları gerekiyordu demek ki... :)

Uçmaması gerekenler için az buçuk hazırım sanırım. İlk sıradaki yazımız balkon üzerine olacak :) Tez vakitte, söz...


*Yazarken kulağımın pası silindi,

10 Mayıs 2011 Salı

Gelecekte bugünü anlatırken


Yaşanan kısa süreli ekonomik refah, tüketim toplumu çılgınlığını körüklüyor; değişen üretim ilişkileri nedeniyle gittikçe yalnızlaşan, yakın çevresinden kopan, ancak ilerleyen iletişim teknolojileri sayesinde dünyanın uzak noktalarını odasının içinde bulan birey için dış dünya toplumsal yapılanış, travmatik bir özellik taşıyordu. Şehirlerin ortasından otobanlar geçiyordu, yiyecekler plastikti, giysilerde buruşmayan, kırışmayan naylonun altın devriydi. Birey gittikçe yapay bir dünyanın ortasında yalnızlaşıyordu.

Okumanın Halleri - S.K.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Okumanın Halleri



 “Okurun elinde de silahlar vardır; unutmak, eksik hatırlamak, yanlış hatırlamak, başka okuduklarıyla harmanlayarak hatırlamak... Kendine verilenlerden kendi hikâyesini kurgulamak. Onun için aynı kitabın aynı yerlerini benzer nedenlerle sevmekten daha yakın bir tanışıklık yoktur dünyada.'' SK

Vaktinde gelen kitaplardan :)

10 Nisan 2011 Pazar

The Philadelphia Story



Dün akşam The Philadelphia Story'yi izleyerek, çok keyifli vakit geçirdim :) 


Tüm gün regl sancıları içinde kıvrandıktan sonra, mucize ilaç Buscopan'a direnmemin daha fazla anlamı olmayacağını düşünerek (itiraf etmeliyim ki muhteşem bir havayı kaçırmanın korkusu da vardı içimde) bir tane höpletip, Tara'yı aradım ve kendimi dışarı attım. İyi ki de atmışım!


AIMA ( Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi, http://www.ayvalik-music.com/ ) düzenli olarak film gösterimleri düzenliyor. Tara'nın daveti ile gittiğim bu filmde, film başlamadan önce bana ısmarladığı bir kadeh kırmızı şarap ile terasta adalara doğru gün batımını izlemenin tadı çok başkaydı :) Mutlu olacağım bir kaç saatin sinyallerini orada aldım :)


''The Philadelphia  Story'' oldukça eski bir film, bir kaç kez de farklı oyuncularla çekilmiş. Bizim izlediğimiz 1940 yapımı, Cary Grant, Katharine Hepburn ve James Stewart'ın oynadığı idi. Trailer'ı izlemek isteyenler için link http://www.imdb.com/video/screenplay/vi648348953/ 


Genellikle eski filmlerde içi sıkılan ben, bu filmde çok çok eğlendim ve çok güldüm. Favorim evin küçük kızı Dinah :) Film, zengin bir kadının ikinci evliliğinin hazırlığını yaparken, eski kocasının ve iki gazetecinin işin içine girmesiyle kendini ve yaşamını tanımasını anlatıyor. 





İzlemenizi öneriyorum :) Görmemek kayıp olurmuş. 




2 Nisan 2011 Cumartesi

28 Ocak 2011 Cuma

Denizin Delisi




Unutmak mı, delisin,
Gitmesem de bekler orada deniz.
Gelirsem bilmelisin
Benim beklememdir burada deniz.
Gitmek gibi geleceğim
Denizin delisine.
Delinin denizi gibi,
O ne kadar giderse.
Ö.A.

19 Ocak 2011 Çarşamba

4 YILDIR HRANT YOK



4 YIL OLDU
4 yıldır adaleti, vicdani, hukuku arıyoruz.
Bulamıyoruz.

4 yıldır yargıyı, hükümeti, meclisi arıyoruz.
Bulamıyoruz.

4 yıldır, sokak ortasında arkadaşımızı katledenlerin
arkasındaki güçlerden söz ediyoruz,
laf dinletemiyoruz.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
devleti mahküm etti, "ucuz atlattık" diye sevindiler.

İnsanlık hakkımızı kullandık, adalet istedik,
çocuk dediler.

Çocuk gitsin, ağabeyleri gelsin dedik, umursamadılar.

Vatandaşlık hakkımızı kullandık, sorular sorduk,
cevap vermek yerine dalga geçtiler.

Hrant Dink’i aramızdan almalarının 4. yılında
bir kez daha omuz omuza vermek için,
ailesi, dostları ve bütün sevenleriyle birlikte
onu anmak icin 19 Ocak'ta, saat 3'te,
Hrant'ın vurulduğu yerde buluşuyoruz.

Bebekten katil yaratan karanlığa ışık tutmayanlar
o karanlığı istiyor demektir.

O karanlığı hep birlikte ortadan kaldıralım.


19 Ocak Çarşamba
saat 15:00
Agos Gazetesi önü

İçim çekiliyor...

17 Ocak 2011 Pazartesi

Çamaşır Kurutma Makinesi ve enerji tasarrufu



Son günlerde reklam panolarında gördüğüm Çamaşır Kurutma Makineleri beni benden alıyor. Reklamın yapılış şekli de bu makinelerin %75 oranda enerji tasarrufu yaptığı.

Çamaşır Kurutma Makinesi ne mi?...

Bizim coğrafyada pek kullanılmıyor. En azından ben ve benim çevremde yaşayanlardan kullanan hiç kimse yok. Çamaşır Kurutma Makinesi, çamaşırları yıkadıktan sonra kurumaları için içine koyup çalıştırarak kullanılan bir makine. Şekli de aynen çamaşır makinesine benziyor.

Biz çamaşırlarımızı nasıl kurutuyoruz peki? Yazın balkona asıyoruz, kışın da içeriye çamaşırlık eşliğinde serip mis gibi kurutuyoruz.




Ne diye anlattım bunca şeyi?

Şu yüzden. Şimdi bize 75% tasarruflu diye pazarlıyorlar bu makineyi, %25'ini ödeyeceğiz yalnızca! Aman ne büyük nimet! Yahu biz zaten o 75%'i ödemiyoruz ki! Püfür püfür açık havada kurutuyoruz çamaşırlarımızı! %25'i ne diye ödeyelim durup dururken! Sayın firma yetkilileri, sakin olun, ben o enerjiyi tüketmiyorum zaten!

Enerji tasarrufuymuş! Açalım gözlerimizi diyorum... 'Çevreci' sıfatını nasıl ve neden kendilerine yakıştırıyorlar görelim.

Biz görebiliyoruz mu dediniz?...

E sağınıza solunuza da gösterin o zaman...

16 Ocak 2011 Pazar

Mini cumartesi gezisi

Dün havanın sıcaklığına dayanamayıp, Erdem hasta olmasına rağmen Cunda'ya gittik.

Önce Taş kahvede sıcak çay eşliğinde bir ayvalık tostunu höpletip, üzerine gazete eşliğinde keyif kahvemi  içtim. Sonra bir kaç fotoğraf çektim. (T-shirtle oturdum, Ocak ayında... )

Ardından Pateriça'ya doğru yola koyulduk. Çok değil, bir kaç km yürüdük ama hem havanın sıcaklığı hem de sıcağa aldanıp açmış olan çiçekler bir anda bahardaymışız hissini verdi bize.

 Bunlar da dünden bir kaç an...







      




Fotoğraflar: Özge Sönmez

5 Ocak 2011 Çarşamba

Pazar trekkingleri

Geçtiğimiz pazar Ören tarafındaki köyleri yürüdük. Ören'den sat 10:30'da başlayan yürüyüşümüz saat 18:00 civarı bitti. Toplam 3 köy gördük. Köylerden birinde kahvede oturup güzelce karnımızı doyurduk. Sonra tekrar düştük yollara...


Bol sohbetli ve güzel manzaralı bir yürüyüştü. Erdem tırmaşık kışu gördü, ben göremedim.

Ama çok tatlı ağaçkakanlar gördük :) Sağda fotoğrafları var..








Birkaç fotoğraf daha,







Fotoğraflar: Özge Sönmez

2011'i beklerken...

2010'u pek neşeli uğurladık :) Bol bol yemek yedik,şarap içtik ve dans ettik! Her telden çaldık, halay da çektik, Pink Martini dinleyip romantik danslar da ettik.. Bir bölümünü gerçekten hatırlamıyorum :) Muhteşem yemekler Fusun ve Elvan'ın ellerinden çıkmışlardı, uzun zamandır böyle bir masada oturmamıştım :)

Mutlu mutlu 2010 ile vedalaşıp, tam saniyesinde sevgili kocacım Erdem tarafından patlatılan bir şampanya ile 2011'e merhaba dedik :) O anı hiçbirimiz fotoğraflayamadık,çünkü nasıl bu kadar denk geldi anlamak mümkün olmadı :) Sonra öpüşmeler, gülüşmeler derken fotoğrafı hepimiz unuttuk :)

Saat 2 gibi bizi evlerinde misafir eden Elvan'lardan çıkıp, Cunda'ya gittik. Ayna'daki arkadaşlarımızı da görmeyi hedefliyorduk ama geç kalmışız. Vino'da Halilleri yakaladık, onlar da eve dönüyorlardı. Biz de kahve içelim diye Karadeniz pastanesine oturduk ve ayılma kahvemizi içip, eve döndük.

Ertesi gün, Özgür gelip bizi alana kadar pestilimiz çıkmış biçimde evde yatıyorduk. Özgür zorla dışarı çıkalım ayılın dedi, Ayna'ya gittik ve ayıldık :)

İşte 31 Aralık'tan birkaç kare,












Fotoğraflar: Özge Sönmez

1 Ocak 2011 Cumartesi

Sevgili Mathilda,


'' Büyük yürüyüşçüler olmamız gerekiyor. Birbirimizin yanında,birbirimizin ayakkabılarını giyerek yürümeli, yürümeli ve yürümeliyiz. Dünyaya geldiğimiz ve gideceğimiz günü düşünerek yürümeliyiz. Kırılganlığın çıplaklığın yanında cüppesiz yürümeliyiz. Temelleri artık yargı ve önyargı değil, alçakgönüllülük ve anlayış üzerine kurulmuş bir dünya için yürümeliyiz ''

S.T.

Yeni bir yıla girmişken...