25 Ekim 2009 Pazar

Flamingolara yolculuk


Bu sabah erkenden, saat 06:00'da kalkıp, Sarımsaklı yolundaki tuz havuzlarında yaşayan flamingoları görmeye gittik.

07:00'de kalkmayı planlamıştık ama dün saatler 1 saat geri alınınca 06:00'da kalktık ve flamingolar saatlerini geri almazlar diyerek düştük yola :)

Havuzlardan iç tarafta olanda duruyorlardı, yaklaşabilmek için mıcır dolu patikaya girdik.

Bu arada fotoğraf da çekeriz diye objektifleri, tripotu ve makineyi yüklenmiş gider haldeydik. Tüm bunları ben taşıyorum tabi ki. İlk durakta makinede pil olmadığını farkedip, hayal kırıklığımızı yaşayınca onu motorun içine koymaya karar verdik. Bunun, ne kadar doğru bir karar olduğunu az sonra anlayacaktık. Erdem'le aramızda tripotu tutarak motorla flamingolara doğru ilerliyorduk :) Kiiii, yoldaki mıcırlarda kayıp düştük!!! :) Benim daha önceden bir deneyimim var düşmeye dair, Erdem'inse bu ilk oldu. Birlikte düşüş anlamında benim için de ilk. Erdem'in bacağı incindi biraz, bense küçüklüğümden faydalanıp atıverdim önce tripotu sonra kendimi. Biraz onu dinlendirdikten sonra, flamingolara doğru yürüdük ve enfes bir gözlem yaşadık :) O kadar güzeldiler ki. Pembe gövdeleri, sudan hiç çıkarmadıkları upuzuuun gagaları ile... Her sayımda farklı bir rakama ulaştık, son kararımız 30 adet flamingo olduğu. Ben ilk kez bu kadar yakından gördüğüm için kendimi çok şanslı hissediyorum :)

Arada nasıl düştük geyikleri yaparak, zeytin ağaçlarının altında yanımızda getirdiğimiz ekmek ve balımızdan birer parça yedik. O esnada köpeği ile yanımızdan geçen amca ile selamlaştık.

Sonra motora atladık. Yine benim önümde tripot, tın tın gidiyorduk kiiii, köpek havlamaları geldi. Sonra iki köpek bize doğru koşmaya başladı, biri bağlıymış meğer, diğeri de amca ile gelen köpek. Erdem o esnada panikledi ve benim yavaş diye bağırmalarıma rağmen direksiyonu bir sağa bir sola kırınca biz hoooop bir daha düştük! Bu kez ilki kadar şanslı değildik, ikimizin de ayağı motorun altında kalmıştı. Erdem 'bu kez gitti ayağım' diye bağırırken, ben de kendi ayağımı kurtarıp ona yardım etmeye çalışıyordum Neyse, başardım ve onun ayağına baktım. Sıyrıklarla dolu idi. O esnada selamlaştığımız amca geldi, korkmuş, iyi olduğumuzu anlayınca köpeğinin hiç birşey yapmayacağını, motordan korktuğu için havladığını söyledi. O da üzülmüştü düşmemize. Sonra toparlanıp onunla vedalaştık...

Yine atladık motora, bu kez hastaneye... Erdem'in bileği acıyordu ve riske atmak istemedik. Acildeki dr birine çarpmadığımızdan emin olamadi ve bisiklet düşmesi olarak kaydetti bizi :) İkimizin de üstü başı toz içindeydi, pantolonlarımız yırtılmıştı ama bu onu iyice korkuttu sanırım. Ayak bileği ve diz kapağının röntgenini çektirdik, kırık, çıkık, çatlak yok dedi. Sonra evimize geldik ve gülüşe gülüşe kahvaltımızı yaptık :))

Böylece, flamingoları görmek için yola çıkmış, hastanede mola vermiş ve ardından güzel bir kahvaltı ile güne başlamış olduk :))

Evde dinlendikten sonra, kitabımızı sandalyelerimizi alıp plaja gittik. Erdem denize girdi. Düşünebiliyor musunuz, 25 ekim ve denize girebiliyoruz! :))

Güneşin altında sıcacık olduktan sonra, toparlanıp evimize geldik. Sonra doğru pazara :) Meyvemizi, sebzemizi de alıp eve dönüp karnımızı doyurduk.

Akşamüstü balkabağı, kar tanesi, çam ağacı, kalp ve kardan adam şekillerinde kekler yaptım, az önce çay eşliğinde yedik.

Bugün bir kez daha Ayvalık'a taşınma karaımızın ne kadar doğru bir karar olduğunu birbirimize söyleyip, mutlu olduk :)

Darısı büyük şehirden yorulmuşların başına!

Hatırlatın kendinize, aslında bir gün sandığımızdan çok daha uzun.




2 yorum:

Seval dedi ki...

Peki benim bugünüm nasıl geçti merak ediyor musun? :):):)

25 Ekim 09 Pazar?

Aa temiyor musun?, Peki sen bilirsin. :):):)

Özge Sönmez dedi ki...

bu sbaha kadar çatlamadığım için hepimiz şanslıyız :))